top of page
IMG-20220925-WA0000.jpg

Nereden çıktı Eau de Bosphore ?

Ömrünün büyük bölümünü XX.yy’da harcamış olanlar, bugünkünden farklı bir dünyada, farklı bir Türkiye’de, farklı bir İstanbul’da ve farklı bir Boğaziçi’inde, şimdilerde hemen hemen kaybolmuş bir şehir kültürünü yaşadılar.

O dönemin dünyası Rita Hayworth’ın, Frank Sinatra’nın, Elvis Presley’in, Hemingway’in, Kerouac’ın, Sartre’ın, Picasso’nun, Dali’nin, Henri-Cartier Bresson’un, Fellini’nin, Turist Ömer'in, boynundaki Leica'sıyla dünyayı tavaf eden Ara Usta'nın dünyasıydı. 

Yazın halkın Süreyyapaşa ve Florya plajlarına akın ettiği, kış gecelerinde sokaklarda bozacıların gezdiği, Orhan Veli’nin Urumelihisarında oturduğu, bıçkın zengin gençlerin Cadillac ve Mustang’lerinde Lalezar, Kazablanka, Kervansaray arasında cirit attığı, Zeki Müren’i dinlemek için Maksim’e gidilen, istavritin fakir sofralarının yegâne dostu olduğu, Köprü’de balık ekmek yenen, dünyanın göbeğinde ama kendi halindeki metropolüydü İstanbul o zamanlar.

Çengelköy hıyarı, Arnavutköy çileği, Bayrampaşa enginarı, Alibeyköy mısırı mevsiminde tüm semt pazarlarının asli misafirleriydi. Emirgan’da bir sahil kahvesinde öğleden sonra kurulan çilingirde yoğurt eksikse çocuklar Kanlıca’ya kadar bir nefes kürek çeker alır gelirdi. Karpuz ve kavun sağlam bir file içerinde kıyıdan suya salınmış, yemeğin sonunu bekliyor olurdu.

O İstanbul’da aşk da nefret de Boğaziçi’nde yaşanırdı. Arzular şelaleydi ama komşu kızına yan bakılmaz, ancak refika edilirdi, ve mahalledeki abilerinden terbiye almış her delikanlı kimsenin sırtından vurulmayacağını bilirdi.

Sahil kahvehanelerinin, dingin kayıkhanelerin, Karaköy’deki banker bürolarının keşmekeşinin, akşam vakti her biri bir başka tonda ama hepsi kusursuz bir segâh makamında dalga dalga semaya yayılan ezanların, bir hazan günü öğleden sonrasında Yenikapı Mevlevihanesi’nin serin meydanında sema dönenlerin, Valide Atik’in avlusunda sohbet eden dervişlerin, birazdan Kireçburnu’ndan serin sulara uçacak Cadillac’taki kibar hanımefendi ve beyefendinin, onları sudan çıkarmak üzere donlarıyla suya atlayacak delikanlıların, içini hafif gösteren tiril tiril elbiseleriyle onları endişeli gözlerle kıyıdan izleyen ve akşamında bu cesareti aşkla ödüllendirmeye hazır sevgililerinin, çay saatinde Tokatlıyan Oteli’nde bir araya gelen mektepli gençlerin İstanbuluydu bu...

Eau de Bosphore, işte bu zamanların, bu zamanlarda yaşamış basit insanların sade ama tutkulu hayatlarına sahne olan yitik şehrin, yitmeyen hikayesinin kokusu. O kültürü en azından koklayabilmeyi, hissedebilmeyi, sakin gücünü yaşatabilmeyi amaçlıyor. Dünyanın göz bebeği Boğaziçi’nin tarihini, kültürünü ve zenginliğini o günlerin kıymetini bilen bugünün hanımefendi ve beyefendilerine sunmak istiyor.

bottom of page