
Nereden çıktı Eau de Bosphore ?
Ömrünün büyük bölümünü XX.yy’da harcamış olanlar, bugünkünden farklı bir dünyada, farklı bir Türkiye’de, farklı bir İstanbul’da ve farklı bir BoÄŸaziçi’inde, ÅŸimdilerde hemen hemen kaybolmuÅŸ bir ÅŸehir kültürünü yaÅŸadılar.
​
O dönemin dünyası Rita Hayworth’ın, Frank Sinatra’nın, Elvis Presley’in, Hemingway’in, Kerouac’ın, Sartre’ın, Picasso’nun, Dali’nin, Henri-Cartier Bresson’un, Fellini’nin, Turist Ömer'in, boynundaki Leica'sıyla dünyayı tavaf eden Ara Usta'nın dünyasıydı.
​
Yazın halkın SüreyyapaÅŸa ve Florya plajlarına akın ettiÄŸi, kış gecelerinde sokaklarda bozacıların gezdiÄŸi, Orhan Veli’nin Urumelihisarında oturduÄŸu, bıçkın zengin gençlerin Cadillac ve Mustang’lerinde Lalezar, Kazablanka, Kervansaray arasında cirit attığı, Zeki Müren’i dinlemek için Maksim’e gidilen, istavritin fakir sofralarının yegâne dostu olduÄŸu, Köprü’de balık ekmek yenen, dünyanın göbeÄŸinde ama kendi halindeki metropolüydü İstanbul o zamanlar.
​
Çengelköy hıyarı, Arnavutköy çileÄŸi, BayrampaÅŸa enginarı, Alibeyköy mısırı mevsiminde tüm semt pazarlarının asli misafirleriydi. Emirgan’da bir sahil kahvesinde öÄŸleden sonra kurulan çilingirde yoÄŸurt eksikse çocuklar Kanlıca’ya kadar bir nefes kürek çeker alır gelirdi. Karpuz ve kavun saÄŸlam bir file içerinde kıyıdan suya salınmış, yemeÄŸin sonunu bekliyor olurdu.
​
O İstanbul’da aÅŸk da nefret de BoÄŸaziçi’nde yaÅŸanırdı. Arzular ÅŸelaleydi ama komÅŸu kızına yan bakılmaz, ancak refika edilirdi, ve mahalledeki abilerinden terbiye almış her delikanlı kimsenin sırtından vurulmayacağını bilirdi.
​
Sahil kahvehanelerinin, dingin kayıkhanelerin, Karaköy’deki banker bürolarının keÅŸmekeÅŸinin, akÅŸam vakti her biri bir baÅŸka tonda ama hepsi kusursuz bir segâh makamında dalga dalga semaya yayılan ezanların, bir hazan günü öÄŸleden sonrasında Yenikapı Mevlevihanesi’nin serin meydanında sema dönenlerin, Valide Atik’in avlusunda sohbet eden derviÅŸlerin, birazdan Kireçburnu’ndan serin sulara uçacak Cadillac’taki kibar hanımefendi ve beyefendinin, onları sudan çıkarmak üzere donlarıyla suya atlayacak delikanlıların, içini hafif gösteren tiril tiril elbiseleriyle onları endiÅŸeli gözlerle kıyıdan izleyen ve akÅŸamında bu cesareti aÅŸkla ödüllendirmeye hazır sevgililerinin, çay saatinde Tokatlıyan Oteli’nde bir araya gelen mektepli gençlerin İstanbuluydu bu...
​
Eau de Bosphore, iÅŸte bu zamanların, bu zamanlarda yaÅŸamış basit insanların sade ama tutkulu hayatlarına sahne olan yitik ÅŸehrin, yitmeyen hikayesinin kokusu. O kültürü en azından koklayabilmeyi, hissedebilmeyi, sakin gücünü yaÅŸatabilmeyi amaçlıyor. Dünyanın göz bebeÄŸi BoÄŸaziçi’nin tarihini, kültürünü ve zenginliÄŸini o günlerin kıymetini bilen bugünün hanımefendi ve beyefendilerine sunmak istiyor.